Ana içeriğe atla

Emily Dickinson ve Onun Ölüm Arzusu


 

Şiir nasıl oluştu, nasıl ortaya çıktı — bir fikrim yok.
Ama ne yalan söyleyeyim:
Tarihteki ilk kitabı çıkmış şair ben olmak isterdim.

Cadı diye yakılır mıydım,
yoksa sadece “kadın” diye mazlum mu bırakılırdım —
orası meçhul.


Aslında şiir denilen şu söz danslarını
hep ilahi bir yere koyarım.

Çünkü şiir,
kelimelerle ahenk içinde olmak
ve anlatmak istediklerimizi
müzik olmadan seslendirebilmektir.


Siz şiirde en çok neyi seversiniz, bilmem.
Ama ben — masal gibi hissetmeyi severim.
Hele ki daha önce hiç deneyimlemediğim şeyleri...

Mesela?
Ölümü.


İşte bu yüzden,
bugün Emily Dickinson ve onun ölüm arzuları hakkında konuşacağız.


Ben Çoban.
Ve burası da: Çoban Fikirleri.
Bugün, ölümü yaşayacağız.


Kim Bu Kadın?

Emily Hanım’ı nasıl tanıdığımı gerçekten bilmiyorum.
Eskiden bir biyografi dizisi vardı, ama o diziyi bitirmedim bile.
Sanırım bir kitapçıda kitabını görmüş ve
“Aman Allah’ım, bir kadın şair! Hemen okumalıyım.”
demiş olabilirim.

Ama hatırlıyorum, ondan önce de telefonumda
seçme şiirler kitabının PDF görüntüsü vardı.

Yani bu kadını nasıl tanıdım
ve nasıl bu kadar sevdim
inanın, hiçbir fikrim yok.

Önemli olan zaten nasıl tanıdığım değil,
nasıl bu kadar çok sevdiğim.

Emily, ne kadar aşkıyla ön planda anılan bir şair olsa da,
benim ona asıl bağlandığım yer ölümü böyle anlatmasıydı.
Kadına sorsan, sanki defalarca kez ölmüş ve dirilmiş gibi.

Hayır, inanç meselelerinin bu kadar karışık olduğu bir dünyada,
nasıl olur da her dine bağlı bir anlatımla ölebilirsin?
Anlamıyorum.
Ama bu çok etkileyici.
Müthiş. Harikulade.


Bu kadının biyografisini okursanız,
neden ölmek istediğini
ve neden bu denli güzel yazdığını anlarsınız.

Gerçekten şiir yazmayı o kadar seviyormuş ki,
bir süre halk onu yargılamasın,
rahat rahat yazmaya devam edebilsin diye
şiirleri ilk başta erkek ismiyle yayımlanmış.

Babası, ön görülü bir avukattı.
Annesi, örnek alınacak bir ev hanımı.
Lakin Emily’nin şiir yazmasına hep karşı çıkmışlar.

Defalarca kez onu evliliğe ikna etmeye çalışmışlar,
lakin bizim şair hiç oralı olmamış.


Zaten yazdığı şiirlerde
nereli olduğu,
neyle savaştığı
ve neyi kabullenmediği
açıkça görülecektir.




47 

Yüreğim! Unutacağız onu!

Sen ve ben - bu gece!

Sen verdiği sıcaklığı unut - 

Işığı unutacağım ben de!


Başarınca söyle n’olur

Söyle ki hemen başlayayım 

Çabuk! Yoksa sen oylanırken

Ben onu hatırlayacağım!


Fark edersiniz ki bu bir aşk şiiri.
Burada Emily Dickinson, aşktan vazgeçmeye çalıştığını açıkça vurguluyor.
Gayet güzel, öyle değil mi?

Ama eğer doğruya doğru konuşmak gerekirse,
ben aşk şiirlerinden ciddi anlamda sıkıldım.

Ve hayatın sona erişini
bu kadar mükemmel yaşayan bir şairin,
aşk şiirlerinden pek de bahsetmek istemiyorum


İnsanoğlu, kızları ve kadınları bence hayatı ve yaşamı fazla ciddiye alıyor.
Hayat akıp gidiyor.
Bir hata yapılıyor — devamı çorap söküğü gibi geliyor.

Başarıdan başarıya koşarken,
bazen naçizane kıçımıza başarı dikenleri batıyor.
Yoruluyoruz.
Ve sadece ölümü bekliyoruz.

Bazılarımızın yaşaması gereken çok şey varken,
bazılarımız artık bıkmış,
ve yolun sonuna gelmiş durumda.


Ölümü neden ve ne sebeple istersin, bilmiyorum.
Ama ölüm...
Bugün eve giren sinek kadar,
yere düşen bardak kadar basit ve olan bir şey.

Haklısınız.
Bazen bu kadar benimsenmemeli,
ve bu kadar düşünülmemeli.

Ama neden,
Emily Dickinson ölümü bu kadar iyi biliyordu da —
bu kadar iyi yazabiliyordu?


465

Bir sinek vızıltısı duydum - ölürken -

Odanın sessizliği -

Fırtına patlamaları arasında -

Havada ki sessizlik gibiydi - 


Çevrede gözler - kurmuştu ovuşturmak - 

Ve tutuluyordu soluklar sımsıkı - 

O son hamle için - Krala 

Şahit olunacak - odada -


Bıraktım yadigarlarımı - imzaladım - 

Ne parçam varsa

Ayırabileceğim - işte o zaman 

Bir sinek girdi araya - 


Kararsız - Mavi - aksak vızıltısıyla -

Işıkla - arama girdi -

Ve o zaman pencereler yok oldu - ve sonra 

Göremedim görmeyi -


Tartışmasız, bu kadının en sevdiğim şiiri tam olarak bu.
Ben daha önce hiçbir şiiri böyle hissetmemiştim.

Bu şiirin analizini yapacaksak eğer,
burada — anladığınız üzere —
tam ölüm anında hissettikleri ve gördüklerinden bahsediyor.
Apaçık bunu fark ediyorsunuz zaten.
Ama burada gizlediği bazı terimleri açığa kavuşturmak isterim.

Kim bu “Kral”?

Emily’nin Tanrısı olur kendileri.

Burada Emily, inançsız inancı ile
ölüm ile Tanrı arasında nasıl kaldığını anlatıyor.

“Arada kalmak” derken kastım,
yaşamak mı yoksa ölmek mi ikilemi değil.
Hayat ile metafizik arasında kalmak.

Yani İlah ile Gerçeklik arasında —
incecik, neredeyse görünmez bir çizgide yürümek.

Ve bu,
en güzel böyle anlatılabilirdi.


Sıradan bir sineğin,
ölüm anında bu kadar ön planda olması normal mi
diye soracak olursanız...

Bence burada daha acınası olan şey;
ölmeden hemen önce
sineği görmek
ve
vızıltısını duymak.

Eğer ben Emily olsaydım,
yazdığım bu şiirde sineği
şeytan postuna koyardım.

Yani,
“Yazın uyurken rahat vermiyorsunuz,
bari ölürken verin”
diye sitem ederler adama. 


Emily Dickinson’ın şiirlerini kesinlikle İngilizce okumanızda fayda var.
Hatta, dünya üzerindeki bütün şiirleri kendi dillerinde okumakta fayda var.

Bazı yayınevleri, şiirde ahenk oluşturalım diye anlam bozukluğuna yol açıyor.
Bazıları da, “asıl anlamı vereceğiz” diyerek
Emily’nin — ya da başka büyük şairlerin —
şiirsel ritmini, kafiyesini bozuyor.

Sadece Emily’nin düşündüren şiirleri için bile
İngilizce öğrenilir.
Asla Google Çeviri’den çevirmeye çalışmayın.
Şiirin içine sıçarsınız.
Bunu da açıkça söylüyorum.


Ölümü merak edişimizin arkasında gizlenen korku,
bence Emily’nin şiirleriyle biraz olsun dizginleşmiştir.

Emily sadece aşk ve ölüm değil,
doğa hakkında da şiirler yazar
ve o şiirleri okurken,
tıpkı bir filmin sahnesini izliyor gibi hissedersiniz.

Sanırım şair olabilmenin en büyük başarısı da bu:
Az kelime, çok detay, gerçekçi hisler.


İşte bu kadın, bunu çok güzel başardı.
İnsanın hissetmekte zorlandığı duyguları
şairler ve yazarlar allem edip kullem edip
bir şekilde yazıyorlar ya,
aşırı imreniyorum.

Ama...
Bazen bu denli güzel şiirlerin bedelini
hep şairlerinin hayatı ödüyor.
İşte bu da
şair ve şiir severlerin kırılma noktası.


Ben Çoban.
Ve bu blogu da saçmalamayarak,
ama bir şeyler kusarak bitirdim.





Yorumlar